Jale Yeni Gökyer'in hazırlayıp sunduğu programda Prof. Dr. Ertekin, şehir mimarisi ve medeniyet tasavvuru üzerine açıklamalarda bulundu. Ertekin, şehir ve medeniyet bilinci nasıl sağlanmalı, yeni şehir kimliğinde kültürel belleği oluşturmak için nelere dikkat edilmeli, geleneğin ışında yeni kentler inşa ederken izlenecek yollar neler olmalı, imar çalışmalarında kültür ve medeniyetin izleri nasıl korunmalı gibi sorulara yanıt verdi.
“Medeniyetler şehirlerde doğar, şehirlerde yaşar”
Platon’un söylediği “İnsanoğlu’nun en hikmetli işi şehir kurma işidir” sözüyle konuşmasına başlayan Prof. Dr. Ertekin, “Şehri insanlar kurar. Medeniyetler de şehirlerde doğar, şehirlerde gelişir. İslam medeniyeti çerçevesinde şehir mimarisi ise şüphesiz Peygamber Efendimizin hicreti ile bizzat mimarlığını yaparak kurduğu ve Medine ismini verdiği şehirle başlıyor.” dedi.
Anadolu’nun çok eski medeniyetlere ev sahipliği yapmış, tarihi 10 bin yıl öncesine kadar giden kadim topraklar olduğuna dikkat çeken Ertekin, Anadolu’da Çatalhöyük’ten Göbeklitepe’ye kadar birçok neolitik yerleşim yeri olduğunu, şehirleşmenin nüvelerinin ilk burada görüldüğünü, ayrıca Antik Yunan döneminde ortaya çıkan ilk konut tipi olan megaron’un da yine Anadolu’da inşa edildiğini ifade etti.
“Blok blok yükselen konutların içerisinde kimse mutlu değil; sebebi doğadan yoksun kalma sendromu”
Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin özelliklerine de değinen Ertekin, İslam medeniyetinin içerisinde değerlendirilmesi gereken Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin insan odaklı ve insanı merkeze alan anlayışta olduğunu dile getirdi. Ertekin, konuşmasına şöyle devam etti: “Osmanlı mimarisinde iki unsur vardır. Birincisi ‘iktifa’ kavramı; iktifa yeterlilik demektir. Osmanlı’da hiçbir şey aşırıya gitmemiştir; ne kadar ihtiyaç varsa o kadar yapılmıştır. O yüzden geleneksel mimarimizde yapılar eklemelidir. Mesela kişi evlenince eve bir oda daha eklenirdi. Bunun dünyada başka bir örneği yoktur. Bu yüzden geleneksel Türk ev tipolojisi kendine has özellikler taşıyan ve mutlaka korunması gereken bir mimari üsluptur. Osmanlı mimarisinde diğer bir unsur ‘nisbet’ yani oran kavramıdır. O yüzden yapılar dikey değil, yataydır. Bu yaşadığımız blok blok yükselen site tarzı konutların içerisinde kimse mutlu değil. Sebebi de doğadan yoksun kalma sendromudur. İnsan yaradılış gereği doğadan ayrılamayacak canlılardan birisidir. Biz bunu en güzel Yörük kültüründe görüyoruz. Aslında bizim öz kültürümüz budur. Türkler göçebe bir millettir, doğayla iç içedir, insan odaklı ve doğaya saygılıdır.”