TÜRKİYEDE KİTLELER NİÇİN YOKSULLAŞTIRILMAKTADIR?

Saadet Partisi Karaman İl Müfettişi Hüseyin Oğuz, Türkiyenin Fakirleştirildiğini söledi.
Saadet Partisi Karaman il müfettişi Hüseyin Oğuz yaptığı basın açıklamsında Türkiyeʹnin yoksul bir ülke olmadığını söyleyerek, Türk Halkının Zenginlik içerisinde fakirlik yaşadığını söyledi.
Saadet Partisi İl Müfettişi Hüseyin Oğuz açıklamasının devamında şunları söyledi ;
Türkiye, bulunduğu coğrafya itibariyle dünyanın merkezinde yer alan bir ülkedir.  Genç ve çalışkan nüfusa sahiptir. Yüz ölçümü itibariyle Avrupa’nın en büyük ülkesidir. Almanya’dan sonra en kalabalık nüfusa sahiptir. Yeraltı ve yerüstü maden ve zengin bitki varlığı (florası) bulunmaktadır.  Engin bir tarihi müktesebata sahip olan Türkiye, “yoksul bir ülke değildir. Kasten veya gafletle fakirleştirilmiş zengin bir ülkedir”. Bugün uygulanan İMF patentli iktisat politikalar ülkemizi adım adım yoksullaştırmaktadır.
 
Türkiye hem deniz, hem de kara ulaşımı bakımından merkez konumuna sahiptir. Petrol zengini olmayan ülkemiz, sahip olduğu iklim ve doğal kaynakları itibariyle bölgenin gelişmeye en müsait ülkesidir. Milletimiz bu topraklar üzerinde sahip olduğu adil ve hoşgörülü idareler sayesinde dünyanın en büyük devletlerinden birini kurmuştur. Farklı ırk, dil ve dine sahip olan birçok topluluğun bir arada barış içinde yaşamasına ortam hazırlamıştır. “Farklılıkta birlik ilkesini” dünyada ilkez hayata geçirmiştir.
 
RAKAMLARLARLA PAYLAŞIMDAKİ ADALETSİZLİK GİZLENMEK İSTENİYOR
Ülkemizde ekonominin iyiye gittiğini savunan ve bu savlarını ispat etmek için rakamları konuşturanlar, tablonun bir bölümünü göstermemeye çalışıyorlar. Rakamlarla ekonomik gidişatın paylaşım boyutu milletten saklanmaya çalışmaktadırlar. Ekonominin iyi gidişini gösteren önemli iki gösterge bulunmaktadır. Bunlardan biri işsizliğin azalması ve paylaşımın adil olmasıdır. Her iki hususta durum hiç de iç açıcı değildir. İşsizlik ülkemizde kronikleşmiş bir sorun olmaya devam etmektedir. Ülkemizde bir avuç rantiyeci   zenginleşirken kitleler yoksullaşmaktadır.
 
Bugün Türkiye’de birçok işyeri kapanmaktadır. Ekili arazi ekilmemekte ve besihanelere kilit vurulmaktadır. Birçok işletme ise atıl kapasite ile çalışmaktadır. Büyüme rakamları üretimdeki artıştan çok hizmet sektöründeki artışı yansıtmaktadır. Halkımızın büyük kesiminin geliri ise azalmaktadır. 2010 yılı sonunda kişi başına düşen gelir miktarı, 2007 yılındaki miktarın gerisindeyiz. Ekonomide sağlanan gelişmeden halk değil, belli çevreler ve özellikle üretime katkıda bulunmayan iç ve dış rantiyeci çevreler yararlanmaktadır.
 
Ülkemizde toplam tasarrufun GSYH’ya oranı düşmüştür.  Vadeli satışlar teşvik edilmiş ve gelecek kazancımızı bugün tüketiyoruz. Bankalar borçlanma özendirilerek tüketim sürekli teşvik edilmektedir. Bundan dolayı yeterince yatırım yapılmadığı için işsizlik artmaktadır. Kamu borçları artmakta ve ülkede üretilen hâsılanın büyük bir bölümü borç ve faize gitmektedir. Bugün kamu gelirlerinin yaklaşık yüzde 20’si borç faizlerini ödemek için harcanmaktadır. Eskiden sadece devlet dışarıdan borç almaktaydı. Şimdi ise Devletin yanında özel sektör ve halk borçlandırılmıştır. Yurtiçi tasarruf hacmi daraltılmış ve yurt dışından gelen sıcak para ve borçlanma ile tasarruf açığı kapatılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizin ve halkımızın geleceği adeta dış finans çevrelerine ipotek edilmektedir.
 
Bölüşümdeki adaletsizlik bazı insanları aşırı zenginleştirirken, bazı insanları sefalet ve intihara sürüklemektedir. Bugün Türkiye, dünyada gelir dağılımı en adaletsiz olan ülkeler arasında yer almaktadır.
 
Ekonomik gidişatı yansıtan rakamlar doğru okunmamaktadır. Adeta rakamların bir bölümü göz ardı edilerek gerçek milletimizden saklanmaktadır. Ekonomi iyi gidiyorsa niçin insanımız yoksullaşmaktadır? Çünkü artan hâsılanın paylaşımı adil değil. Ülkemizde üretilen değerlerin önemli bir bölümü doğrudan veya dolaylı olarak yurt dışına aktarılmaktadır. Küresel spekülatif sermaye halkımızın sırtında en yüksek kazancı sağlamaktadır. Çarşı ve sokaktaki kitlelerin hali gerçeği yansıtmaktadır. Yöneticiler, rakamlarla yoksullaşan kitlelerin ahini uzun süre bastıramazlar!      
 
NİÇİN İNSANIMIZ YOKSULLAŞMAKTADIR?
Şubat 2001 İktisat Bunalım’ından sonra İMF patentli Fischer- Derviş Modeli uygulanmaya kondu. Bu model mevcut iktidar tarafından harfiyen uygulandı. Bu model sorun çözme kapasitesini yitirdi. Demode oldu. Artık sorun üretmektedir.
 
Son sekiz yılda ülkemizde bürokrasi azalmadı, arttı.
Ülkemizde kredi faiz oranları hala yüksektir.
Enerji fiyatları ve taşıma maliyetleri oldukça yüksektir.
Asgari ücretten alınan vergi ve sigorta primleri, asgari ücret düşük olmasına rağmen emeğin maliyetini artırmaktadır.
Üretime ve hayatımızın hemen her alanına yansıtılan petrol fiyatlarının yaklaşık üçte ikisinin vergi olması pahalılığı artırmaktadır.
Dolaylı vergi oranları yüksektir. Verginin önemli bir bölümü dar gelirliden alınmaktadır.   
Temel girdi maliyetlerin yüksek oluşu yatırım hacmini daraltmakta ve satış fiyatlarını yükseltmektedir.
Birçok ürünün satış fiyatının Avrupa’dan bile yüksek olması geliri giderek azalan halkımızı yoksullaştırmaktadır.    
 
Devletin İç ve dış borç oransal olarak azalırken, özel sektör ve halkın borç yükü artmaktadır. Halkımızı yüksek vergi ve yüksek faiz düzenekleri yoksullaştırmaktadır.
 
Fischer- Derviş Modeli ülke ekonomimizi dışa bağımlı hale getirdi. Tarım kesiminin ihmal edilmesine ortam hazırladı. Üretimi azalan tarımsal ürünlerin fiyatı ette olduğu gibi devamlı artmaktadır. Kırsal yörelerin temel gelir kaynağı olan hayvancılıkta gerileme devam etmektedir. Tarımsal girdilerin ve mazot fiyatının artması ekili arazilerin boş kalmasına yol açtı. Çiftçilerimizin bir bölümü kentlerdeki işsizler ordusuna katıldı. Bazı alanlarda üretim azalmakta ve kırsal yörelerde yaşayan insanımız yoksullaştırılmaktadır. Çiftçi adeta kendi kaderi ile baş başa bırakılmıştır. Çiftçisi yoksullaşan Türkiye zenginleşemez.
 
TÜRKİYE’DE YOKSULLUK ARTMAKTADIR
Türkiye’de uygulanan yanlış ekonomi politikalardan dolayı kitlelerin yoksullaştırılma süreci devam etmektedir.  Nitekim TÜİK’in 2009 yılı verilerine göre ülkemizde yoksulların sayısı bir önceki yıla göre 0.97 puan artarak yüzde 18.08’ e yükselmiştir. Bu oran 2008 yılında yüzde 17.11 dolayındaydı. Başka bir ifade ile mutlak anlamda yoksul olan insanımızın sayısı 12. 7 milyon dolayındadır. Yaklaşık her beş kişiden biri yoksul durumdadır.
 
Ülkemizde kırsal yörelerde yaşayan yoksul nüfus daha fazladır. TÜİK verilerine göre kırsal yörelerde yaşayanların 2008 yılında yüzde 34.62’si yoksuldu. Bu oran 2009 yılında yüzde 38.69’a yükselmiştir. Kentlerde yaşayan insanlarımızın yaklaşık yüzde 10’u yoksul durumdadır. Hane halkı nüfusunun artışına bağlı olarak yoksulluk da artmaktadır. 3- 4 kişiden oluşan hane halkının yüzde 9.65 yoksul olmasına karşı, hane halkı sayısı 7 ve daha fazla olanlardan yoksul olanların oranı yüzde 40. 05 dolayında olduğu belirtilmektedir. Kentler bu oran yüzde 25. 21 iken kırsal yörelerde yüzde 54. 06 dolayındadır. Tarım kesiminin ihmal edilmesi köylümüzün yarıdan fazlasını yoksullaştırmıştır.
 
Eskimiş ve köhnemiş mevcut iktisadi yapı sorun üretiyor. Bu yapı değiştirilmeden yoksulluk önlenemez. İşsizlik sorununa kalıcı çözümler üretilemez.
 
ÇARE VE ÇÖZÜM NEDİR? ÇARE VE ÇÖZÜM İNSAN VE ADALET MERKEZLİ ADİL EKONOMİK DÜZENDİR
Saadet Partisi Milletimizin dünya görüşü, değer ölçüsü ve tarihi birikiminde hareketle geliştirdiği Adil Ekonomik Düzen üretimi artırarak ve paylaşımda adaleti sağlayarak halkımızı yoksulluk ve sefaletten kurtaracaktır.
Ortaklık Ekonomisi’nde;
-          Kamu kaynakları israf edilmeyecektir.
-          Kamu kaynakları verimli ve etkin kullanılacaktır.
-          Devletin geliri ile gideri denkleştirilecektir.
-          Haksız vergi olmayacaktır.  
-          Vergi ödeme gücüne sahip olandan alınacaktır.
-          Vergi oranları düşürülerek üretimin artışı özendirilecektir.
-          Üretimin artmasıyla devleti geliri daha da artacaktır.
-          Talep kısılarak enflasyon düşürülmeyecek; bilakis üretim artırılarak ucuzluk sağlanacaktır. 
-          Üreticiye ve çalışana faizsiz kredi verilecektir.
-          Şirketleşme mevzuatı yeniden düzenlenecektir.
-          Üretim faktör sahiplerinin ortak olduğu işletmelerin kurulması desteklenecektir.  
-          Üniversiteler girişimciye danışmanlık yapacak ve proje üretmede ve girişimciyi bilgilendirmede aktif rol alacaktır.
-          Üniversitede eğitim ve öğretim gerçek hayatla uyumlu hale getirilecektir.
-          Teori ile uygulama bir birini tamamlayacaktır.
-          Ortaklık ekonomisi Devlet tekeline dayanan baskıcı Sosyalizm ve sermaye tekeline dayanan faizci Kapitalimsin alternatifi olan ilmi ve fıtri bir düzendir. Bu düzenle Türkiye on sene içinde Japonya ve Almanya’nın seviyesine gelecektir.
-          Hukukun üstünlüğünü esas alan ve paylaşımda adaleti temel hedef kabul eden Adil Ekonomik Düzenle “Türkiye Yaşanabilir” bir ülke haline gelecek ve “Yeniden Büyük Türkiye’yi” büyük milletimiz birlik ve dayanışma içinde inşa edecektir.
 
Türkiye’nin önderliğinde, Kapitalizmin çözemediği bütün sorunlara çözümün üretildiği adil “Yeni Bir Dünya” kurulacaktır.  İşte o zaman Türkiye, kendisine danışılmasını bekleyen sadece “Akil bir Ülke” olmayacak; aynı zamanda “ Adil Yeni Bir Dünyanın” inşasında örnek ve önder bir ülke olacaktır.
 
Zaman ümitsizlik zamanı değildir. Zaman milletin kendi dünya görüşü ve değer ölçüleri etrafında kenetlenerek “Yeniden Büyük Türkiye’yi” inşa etme zamanıdır. Kendi dünya görüşü ve değer ölçülerine göre değil de, emperyalistlerin direktif ve empoze ettiği modellerine göre idare edilen bir ülke büyük ülke olamaz.
  

Siyaset Haberleri