Ümit Polat’ın “Ahraz” ı.
“Ahraz,” ismiyle mütenasip bir kitap. Olaylar, hayatlar karşısında lal ve sağır kesilen ya da tüm yaşananlara inat dünyaya karşı ahrazca bir tutum sergileyen insanların, ömürlerin hikâyesi.
Eser yazarın Aylan Bebek ve Faruk’a ithaf ettiği “Mülteci” adlı hikâye ile başlıyor. Bu öyküye hâkim olan duygu, aslında Ümit Polat’ın bu eserdeki çoğu hikâyesine sinen havanın en yoğun işlendiği temadır. Bu temalar: Doğu dünyası ve halklarının yaşantısı, sorunları, hayata tutunma çabaları, dünyaya bakış açıları, Batı’yı algılayış tarzları, kendi içlerindeki tutarsızlıkları, aşkları, acıları, mutsuzlukları, kin ve nefretleri, inaçları kısacası küçük insanların ağır yaşamlarıdır.
“…Ha burada tez elden ölmüştü, ha orada ölümü beklemişti. Ha burada beklenmedik bir ölüm, ha sürüne sürüne, savaşa savaşa bir ölüm. Hangisi daha iyiydi? Bir de kiminle, nasıl, neye karşı savaşacaktı? Kendinden olanlarla mı, kendisi gibi olanlarla mı ya da kendisi gibi kaçamayanlarla mı? Onlar düşmanı mıydı yoksa onların düşmanı kendileri miydi, onlarla savaştıranlar asıl düşmandı belki de. Kendisinin ve onların dilini biliyordu, bilmediği dil onları savaştıranların diliydi…” ifadeleri yazarın bu kitapta kendi insanının sorunsalını tartışmaya açtığı ve yine bu tarz bireysel yaşantılar üzerinden bu sorunların sorgulandığı kesitlerdir. Ümit Polat, Ahraz’da bu yaklaşımlarla okuyucuya metinleri eleştirel bir yaklaşımla okuma olanağı sunmaktadır.
%30 İndirimle Satın Almak İçin: https://www.kitapyurdu.com/kitap/ahraz/515644.html&filter_name=ahraz
Okur, birbirinden farklı ancak kaynağında aynı hüznü, acıyı taşıyan, barındıran hayat hikâyelerini okurken gözyaşlarını tutmada zorlanabiliyor. Aslında bu da yazarın Doğu’yu belki de yine Doğulu bir anlayışla işlemesinden kaynaklanmaktadır. “…Yaşının halaydaki evlilik çağındaki kızlardan hiç geri kalır yanı yoktu; benden en az dört beş yaş büyüktü, boyu benden uzun, başı benden serin, yüreği benden geniş, hülyaları benden zengindi. Yolunda gitmeyen bir sürü şeydi, o yola giren ise sadece benim onu fark edişimdi…”
Yukarıdaki değerlendirmemizi derinleştirdiğimizde Ahraz’ın, içeriği Doğulu; anlatımı ise Batılı olan bu tekniklerle yazılmış bir eser olduğunu görüyoruz.
Eserin gerçeklik yönü o kadar baskın ki her öyküde anlatılan olayların gerçek hayatlardan alındığı hissine kapılıyorsunuz. Bu hisse kapılmamızı sağlayan bir diğer husus da bu olayların her hikâyenin sonunda yine gerçekçi bir sonla bitiyor olmasıdır.
Öyküler arasında gezinirken kısa olsun, uzun olsun kendi hayat serüvenimizde tanıdığımız insanlarla, karakterlerle yüzleşiyoruz. Bazen kendimizi bu karakterlerin yaşam mücadelesinde onların yanında sona doğru merakla sürüklenirken buluyoruz. En tuhafı da çoğu zaman bu öykülerde, sürükleyiciliğine kapıldığımız kısa hayatların korktuğumuz sonla biteceğinin tedirginliğiyle yol alıyoruz.
Ahraz’da her ne kadar on yedi öykünün derinliğine inildiğinde ortak bir acıya paydaş olunsa da kitabın genelinde her öyküde farklı temalar işlendiğini görüyoruz. Kitabı çekici kılan başat unsurlardan birisi de bu farklı temaların çoğu kez birbirinden tamamen farklı, birbirine uzak, zıt kurgu teknikleriyle veriliyor olmasıdır. Yazar bunu gerçekleştirirken de hemen hemen tüm modern anlatı tekniklerinden ustaca faydalanmıştır. Ahraz’daki “Rahmet” ve “Ağabey” isimli öyküler tamamen ana kahramanın şuur akışı ve iç diyaloglarıyla oluşturulmuş metinlerdir diyebiliriz. Bunların yanı sıra “Mülteci”, “Geçip Gidenin Ardından” gibi öyküler ise klasik anlatı kurgusuna ve tekniğine daha yakın şekilde örülmüştür. “Ambulans” ve “Amcaoğlu” adlı metinler ise küçürek öykü anlatısıyla kaleme alınmış ve biçim özellikleri de küçürek öyküye yakın eserlerdir. Ayrıca “Son Ölü” ve “Ambulans” öyküleri Ahraz’daki çoğu hikâyeden farklı olarak ustaca tasarlanmış, okuru düşünmeye, ihtimal dâhilinde tahmin yürütmeye zorlayan kurgularla sonlandırılmıştır. Aslında Ahraz’daki tüm öykülere yayabileceğimiz bir genelleme daha vardır. O da kitaptaki öykülerin genelinin düşündürücü, eleştirel ve şaşırtıcı bir sona bağlanmasıdır.
Ahraz, gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı bir eser olmasıyla da dikkat çekiyor. Bu yargıyı sadece gerçekçi kahramanlar desteklemekle kalmıyor olay örgüsünü ve kurguyu teşkil eden olayların, mekânların da desteklediğini görüyoruz. Eseri okuyup bitirdiğimiz vakit onu tek cümleyle özetlemeye çalışıyoruz ve de en sonunda yazar, Ahraz’da yaşanabilir küçük, bireysel yaşamlardan hareketle bizi tüm insanlığı ilgilendiren büyük sorunsallara, hayatın ve dünyanın kadim uğraşlarına doğru götürüyor, diyebiliyoruz.
Ümit Polat; bu eseriyle sizleri, kendi yaşantınızdan kesitler bulacağınız, merakla okuyup beklemediğiniz sonlara ulaşacağınız hayat hikâyelerine taşıyor. Ahraz’ın, okurlarını bu öykülere misafir etmenin haklı gururunu yaşayacağına eminim.